Trentino-Alto Adige, iki eyaletten oluşur. Güneyde İtalyan esintilerinin olduğu Trento (veya Trentino) ve kuzeyde Alman esintilerinin olduğu Alto Adige (Südtirol veya Bolzano-Bozen). Görülmeye değer pek çok kasabanın, kalenin ve tarihi mekanın olduğu bu bölgenin en göze çarpan yönü dağlarıdır. Bunların arasında yıldız gibi parlayan Dolomites Dağıdır. Dış mekan macera tutkunları yılın her döneminde kayak yapabilir, dağa tırmanabilir ve popüler noktaları gezebilir.

İtalya’nın en fazla ziyaretçi kabul eden bölgelerinden biri olan ve ülkenin kuzey doğusunda bulunan Veneto, 1797 yılında Napolyon işgaline kadar bağımsızlığını korumuştur. Daha sonra Fransız, Avusturya ve İtalyan egemenliğine girmiştir. Avrupa’nın birkaç güzelliği ile çevrili olan (doğuda Adriyatik Denizi, batıda Garda Gölü, Kuzeyde Dolomites ve güneyde Po Nehri) Veneto, Alp’lerden aşağı uzanan ve tarım açısından bereketli vadileri ve Venice, Verona ve Padua gibi önemli şehirleri ile ünlüdür.

Gondolları, kanalları, muhteşem restoranları ve unutulmaz romantik ortamlarıyla Venedik kesinlikle gidilmesi gereken yerler listenizde yer alacak bir şehirdir. Sahildeki konaklar, saraylar ve kiliseler Grand Canal'daki gezintinizde size adeta bir yağlı boya resmin içinde dolaşıyormuşsunuz hissini verir. Venedik'i gerçekten yaşamak için operaya veya klasik müzik konserine gitmeli, ağır ağır taze hamur işlerinden yemeli ve bir sanat galerisinin sergi salonlarında dolanmalısınız. Piazza San Marco'daki kaliteli ürünler satan mağazaları görünce, etiket meraklılarının ağızları sulanacaktır.

Turist kalabalıkları Venedik, Floransa ve Roma’yı doldururken, Bologna bunlara kıyasla, görece sessiz kalıyor. Bu Orta Çağ üniversite kenti büyüleyici, tarihi ve keşfetmek için eğlenceli… ve Bologna'nın yerel mutfağının şehrin adını taşıyan Amerikan salamura etlerinden ışık yılları uzakta olduğunu göreceksiniz.

Milano, İtalya’nın en gözde şehirlerinden biridir. Katedral’i, La Sacala Opera Binası ve Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği"nin yuvası Santa Maria delle Grazie, görülmesi gereken mekanlar arasındadır. 19.yy’a ait ve “Belle Epoque” döneminin görkemini barındıran Galleria Vittorio Emanuele II’de görülmesi gereken büyülü mekanlar arasındadır. Sık sık yaşanan grevlerden birine denk gelmediğiniz sürece Milano Metrosu şehri gezmek için en uygun seçenektir. Araba kiralayarak da gezilebilir. Romanesk mimarisi ile dolu kasabalar, Sirmione Yarım Adası ve “Gardesana” kıyıları mutlaka görülmelidir.

Cologne’da 2000 yıllık bir geçmiş var ve ziyaretçiler burada Roma döneminden kalma kulelerden Gotik kiliselere ve modern mimariden muhteşem örneklere kadar aradıkları her şeyi bulabilirler. Cologne’nun çeşitli müzeleri de var—Uygulamalı Sanatlar Müzesi, Ludwig Müzesi ve eğer tatlıyı seviyorsanız, Çikolata Müzesini gezmeyi unutmayın. Ama uyarmadı demeyi—Çikolata Müzesindeki hediyelik eşya dükkanı rejim bırakmaz.

Seine'de gezinerek ve Eiffel Tower ile Zafer Takı gibi simgelere hayranlıkla bakarak geçirilen bir günün ardından dinlenmek için bir kaldırım kafesinde pain au chocolat ile oyalanmak …mükemmel Paris deneyimi boş vakitle canlılığı bir arada sunar, enfes yemekler ve Louvre'daki eserlerin keyfini çıkaracak yeterince zaman da vardır. Notre Dame'da ruhunuzu uyandırın, Marché aux Puces de Montreuil'de pazarlıklara girişerek güzel parçalar alın veya Marché Biologique Raspail'de hediyeliklere bakın, sonra hepsini taçlandırmak için Moulin Rouge'da bir risqué şovuna gidin.

Berlin, modadan mimariye ve dolu siyasi geçmişine kadar sınırlarda bir şehirdir. Berlin Duvarı yoğun savaş sonrası atmosferini taşıyan ait üzücü bir hatıradır ve şimdi kalıntılarını kaplayan duvar yazısı sanatı sosyal gelişimin sembolü olmuştur. Üstünde bir güneş sistemi modeli bulunan Weltzeituhr (dünya saati) Saati'ni ziyaret edin, sonra zamanda geriye giderek, Napoleon ve Beethoven'ın sık uğradığı bir 16. yüzyıl restoranı olan tarihi Zur Letzten Instanz'da yemek yiyin.

Shoreditch’in fiyakalı tarzından Camden’ın “punk” havasına ve şık Portobello Caddesi’ne kadar Londra, size birçok dünyayı bir arada yaşatır. Şehrin enerjisi, her günün diğerinden farklı olmasını sağlar. Kraliyete ait ya da tarihî mekânları keşfedin, görülecek yerler listenizdeki simgesel yerleri tek tek ziyaret edin, seçkin Michelin yıldızlı restoranlarda yiyip için, geleneksel bir pub’da bir “pint” biranın tadını çıkarın ya da dolambaçlı Arnavut kaldırımlı sokakların arasında kaybolun. Londra söz konusu olduğunda olanaklar sınırsızdır.

Çeşme dünyanın her tarafından her tip sörfçüyü kendine çeker: Rüzgar sörfçüleri, uçurtma sörfçüleri, normal sörfçüler. Sörf yapabiliyorsanız muhtemelen Çeşme’de sörf yapmak isteyeceksiniz. Ege kıyısındaki bu tatil beldesinde her şey suyla ilgilidir. 16. yüzyıldan kalma Çeşme Kalesi bile safir denize bir taş atımı mesafededir. Plajlar altın gibi, okyanus suyu ılık ve ortam lüks ama dost canlısıdır.

Yüzyıllar boyunca bu kıymetli kara parçasına pek çok kültür kendi damgasını vurmuştur. Günümüzde, bu etkileri, İstanbul’un mahallelerini birinci elden keşfederek deneyimleyebilirsiniz. Sultanahmet’teki kutsal yerleri, Beyoğlu’nun 19. yüzyıl şıklığını, Nişantaşı’nın lüks modasını, Kadıköy’ün coşkulu kafe ahalisini ve Beşiktaş’ın futbol aşığı sokaklarını gördüğünüzde, gezginlerin neden “İstanbul tek bir şehir değil, bir şehrin içinde pek çok şehirdir” dediklerini çok daha kolay anlarsınız.