Kuşadası'nın Ege kıyı şeridi boyunca uzanan plajlar toprak açısından olduğu kadar atmosfer olarak da çok çeşitlidir. Bir zamanlar sadece kadınlara yönelik olduğu için o şekilde adlandırılan Kadınlar Plajı gece kulüpleriyle, hediyelik eşya satıcılarıyla, restoranlarla ve tabi güneş ve yüzme sevdalılarıyla doludur. Etrafı çimle çevrili Gold Plajı bakımlı ve huzurlu bir yerdir. Buradan, plaj barları, havuz masaları ve su sporları için tam bir cennet olan Long Beach'e kadar at sırtında gidin.

Yüzyıllar boyunca bu kıymetli kara parçasına pek çok kültür kendi damgasını vurmuştur. Günümüzde, bu etkileri, İstanbul’un mahallelerini birinci elden keşfederek deneyimleyebilirsiniz. Sultanahmet’teki kutsal yerleri, Beyoğlu’nun 19. yüzyıl şıklığını, Nişantaşı’nın lüks modasını, Kadıköy’ün coşkulu kafe ahalisini ve Beşiktaş’ın futbol aşığı sokaklarını gördüğünüzde, gezginlerin neden “İstanbul tek bir şehir değil, bir şehrin içinde pek çok şehirdir” dediklerini çok daha kolay anlarsınız.

Gondolları, kanalları, muhteşem restoranları ve unutulmaz romantik ortamlarıyla Venedik kesinlikle gidilmesi gereken yerler listenizde yer alacak bir şehirdir. Sahildeki konaklar, saraylar ve kiliseler Grand Canal'daki gezintinizde size adeta bir yağlı boya resmin içinde dolaşıyormuşsunuz hissini verir. Venedik'i gerçekten yaşamak için operaya veya klasik müzik konserine gitmeli, ağır ağır taze hamur işlerinden yemeli ve bir sanat galerisinin sergi salonlarında dolanmalısınız. Piazza San Marco'daki kaliteli ürünler satan mağazaları görünce, etiket meraklılarının ağızları sulanacaktır.

Batısında Belçika ile birleşen ve doğusunda da Almanya’ya birkaç kilometre mesafede olan Maastricht, Hollanda’nın en güneyindeki bölge olan, Limburg’un başkentidir. Sint-Servaas Kilisesi, Sint-Jan's Katedrali ve birçok barın, kafenin ve restoranın bulunduğu Vrijthof ile şehrin belediye binasının, Çarşamba ve Cuma sabahları fantastik bir pazarın kurulduğu Pazar meydanı. Görülmeye değer başka bir yer de Vestigingswerken ya da eski şehir surlarıdır.

Labirent gibi sokaklarında pedal çevirmek biraz karışık gelse de Amsterdam gerçek bir bisiklet şehridir. Siz yürüyerek dolaşın, pişman olmayacaksınız, Jordaan ve Rembrandtplein meydanını keşfederken zarif kanallar harika bir fon oluşturur. İsterseniz Red Light Bölgesi'ne uğrayın; ancak o zaman gerçekten böyle bir yerde bulunduğunuzu anlarsınız. Anne Frank Evi bir gezginin yaşayabileceği en etkileyici deneyimlerden biridir; Van Gogh Müzesi ise heyecan verici bir sanat koleksiyonu barındırır.

Pablo Picasso'nun doğum yeri olan Malagra'ya Kübist sanatın doğduğu yer de denebilir. Dünyadaki en eski şehirlerden biridir, 8. yüzyılda Finikeliler tarafından kurulmuştur. Malaga'nın bir sanat şehri olması çok da şaşırtıcı değildir, burada cam, kristal, klasik araba, çağdaş araçlarla ilgili sergilere ve elbette Picasso'nun çalışmalarına rastlayabilirsiniz. Paseo del Parque'da yürürken muz ağaçlarını ve harika fıskiyeleri geçer, eski şehre varır ve bir İspanyol tavernasında susuzluğunuzu giderirsiniz.

900.000 nüfuslu Mombasa hiç de öyle uyuklayan bir sahil köyü değil. Plaj kıyısındaki otelleri güneş, kum ve sörf tutkunu ziyaretçileri ağırlarken Arap, Hint ve koloni Avrupası’ndan kalma mirası da şehri birçok kişi için görülmesi gerekli bir yer haline getiriyor. Taksi bulamıyor musunuz? O zaman 3 tekerlekli bir çekçeke ne dersiniz?

Cape Town Afrika kıtasının güney ucunda parıldar. Turist broşürlerindeki Blaauwberg Plajı ve Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçelerine ait görüntüler “Ana Kent”e kısa bir sürüş mesafesindedir. Ümit Burnu Doğa Sit Alanı görkemli deniz manzaraları, dağ yürüyüş yolları ve doğal yaşamdan örnekler sunar. Daha kasvetli bir not olarak, gezginler Nelson Mandela’nın 27 yıl boyunca tutuklu tutulduğu hapishane olan Robben Adası’nı ziyaret edebilirler.