Bir yerde “cipolla di Tropea”- kokulu jöleye rastlarsanız İtalyanca’yı unuttuğunuzu veya delirmekte olduğunuzu düşünebilirsiniz. Kaygılanmayın. Evet “Cipolla” soğan demektir ve bunun anlamı da gerçekten soğan jölesidir. Buranın kırmızı soğanları o kadar tutulur ki tatlısını bile yapmışlardır. Tropea’nın, Amalfi Kıyısındaki birçok şehir gibi, muhteşem bir dağlık ortamı vardır. Bu yarların altında kumsalı olan plajlar bulacaksınız.

Gezginler, bir liman şehri ve aynı zamanda Fransa'nın en büyük üçüncü kenti olan Marseille'i tarzından ve tarihi dokusundan dolayı ziyaret ederler. Koy Fort Saint-Nicolas kalesi ile çevrelenmiştir, Fort Saint-Jean ise Monte Cristo Kontu ile ünlü Castle of If'i barındırmaktadır. Tepesinde büyük Notre-Dame-de-la-Garde kilisesinin bulunduğu şehrin yaya ve alışveriş bölgeleri (renkli Afro Fransız mahallesi dahil) tarihi yerlerle içe içe geçmiştir. Eğlenceli vakit geçirmek isteyen gezginler kovboy temalı bir eğlence parkı olan OK Corral'a giderler.

Avignon, eski sokakları, restore edilmiş orta çağdan kalma surları ve Palais des Papes’in (Papaların Sarayı-- papalık burada 14.yy'a dayanıyor) muazzam Gotik mimarisiyle ziyaretçileri büyülüyor. Büyük bir sanat festivali olarak yılda bir düzenlenen Festival d'Avignon, tiyatro, dans, film ve sokak gösterileri için yüzlerce, binlerce ziyaretçiyi kendine çekiyor.

Dört mil uzunluğunda altın kumlu sahillerde güneşlenin, su kayağı ile Akdeniz Sularına karışın veya Benidorm'un kordonunda yürüyüşe çıkıp, deniz kıyısı büyüsüne kapılın. Burası, Costa Blanca'nın gerçek İspanyol güzelliğini yansıtmaktadır. Aslında bir balıkçı kasabası olan şehrin tarihi merkezi, 18. yy’a ait mavi kubbeli kilisesi ve görülmeye değer sokakları ile görenleri kendisine hayran bırakmaktadır. Panoramik manzaralar, çevredeki Canfali tepelerine tırmananlara eşsiz bir görsel ziyafet sunarken yakındaki kayalık koylar ise, scuba meraklıları için su altı zenginliklerini gözler önüne sermektedir. Günü, yerel deniz yiyeceklerinden oluşan bir ziyafetle tamamlayabilirsiniz.

Bir peri masalının arkaplanı gibi görünen bir yerden daha romantik ve daha ilham verici başka neresi olabilir? Bruge şehrinin parke taşlı sokaklarından fışkıran Ortaçağ izlenimleri, sayısız tarihi, mimari ve sanatsal esintiye ilham olmuştur. Dolambaçlı kanallarda sıra sıra dizilmiş süslü evler arasında dolaşabilir ve her tür yolcu için buranın neden en çok sevilen durak olduğunu kendiniz de keşfedebilirsiniz. Şehrin tamamı geçmişe duyulan hayranlık, günümüze duyulan sevgi ve geleceğin getirdiği heyecan üzerine kurulmuştur. Hof Bladelin, Groeninge Müzesi, Hanımımız Kilisesi ve Belfry ve Market Meydanları’nı kaçırmayın.

Madrid'teki pek çok bina kale gibi görünür, bir masal diyarına düşmüş gibi hissedersiniz. Beyaz kulesi ve neo Gotik özellikleriyle Belediye Binası bile muhteşemdir. Rehbersiz mimari turunuz, Puerta del Sol'ün merkezindeki muhteşem ayı heykeliyle başlayabilir. Retiro Park'ın doğal güzelliğini içinize çekmeden önce düşsel Kraliyet Sarayı'nın etrafında gezinin, sonra şehirdeki pek çok müzeden birini ziyaret edin. İspanyol rioja'sını yudumlarken çatal dolusu paella'ları ağır ağır yiyerek her gününüzü mutlu bir şekilde noktalayabilirsiniz.

Ülkeye (ve porto şarabına) ismini veren Porto, Portekiz’in Lizbon’dan sonra ikinci büyük metropolüdür. Bazen Oporto olarak da isimlendirilen şehir, sanayi konusunda da önemli bir varlığa sahiptir. Douro nehrine yukarıdan bakan tepeler üzerinde kurulmuş olan Merkezi Ribeira’da olan eski şehir UNESCO Dünya Mirası Alanlarına dahil edilmiştir. Görülecek yerler arasında 14. yüzyıla ait São Francisco kilisesi, çoğunluğu Vila Nova de Gaia nehri kıyısında yerel porto şarabı mahzenleri de vardır.

Konaklar ve görkemli oteller Bar Harbor'un geçmişini hatırlatma görevi görmektedir, burası 19. yüzyılda toplumun üst tabakasının gözde tatil yeriydi. Günümüzde ziyaretçiler kano gezisi yapıyor, Acadia Ulusal Parkını keşfe çıkıyor, kuşları veya balinaları izlemeye gidiyor ve tuzlu deniz havasının ve kumlu plajların keyfini çıkarıyor.